Prş03282024

Son güncellemeSal, 29 Ara 2020 6pm

Kur’an-ı Kerim

Kaza ve Kader 1

 

İslami felsefe ve kelam ilminde üzerinde durulan önemli bahislerden biri de, kaza ve kader konusudur. Bu bölümde, yaratıklar arasında bulunan nedensellik bağının olayları, kesinlik ve ölçü açısından ne kadar etkilediği ve bu açıdan müsebbepler üzerindeki rolü, özellikle de insan irade ve ihtiyarının nedenli müstakil olduğu bahis konusu edilmektedir. Burada her şeyden önce kaza ve kader kelimelerinin hangi anlamı ifade ettiklerini açıklamalıyız.

    Kaza ve Kaderin Anlamı

    Bazen, kaza ve kader kelimeleri birlikte kullanılır ve her şeyin alın yazısı anlamı kastedilir. Bazen de, her biri ayrı-ayrı kullanılır ve her birinden ayrı bir anlam kastedilir.

    Kaza kelimesi lügatte bir şeye kesinlik kazandırmak veya bir konuda kesin hüküm vermek anlamını ifade ediyor. Kader kelimesi ise, ölçülü olmak manasını verirken, taktir etmek, bir şeye zat ve sıfatları açısından ölçü vermek anlamını ifade eder. Allah Teala'nın "... O bir şeye hükmettiğinde ona ol der, o da oluverir" (1) ayeti ile, "Biz her şeyi ölçülü yaratmışız" (2) ayetinde geçen kaza ve kader kelimeleri bunun örnekleridir.

    Buna göre, ilahi kader ve taktirden maksat, her şeyin zat, sıfat, mekan ve zaman açısından ölçüsünün Allah Teala tarafından tayin edilmesi, ilahi kazadan maksat ise, varlıkların var olmalarında kesinlik kazanmalarının Allah Teala tarafından sağlanmasıdır. Allah Teala'nın da ilim, irade ve meşiyet ile işlerini yaptığı nazara alınınca, ilahi kaza ve kaderin Allah Teala'nın ilim, irade ve meşiyetiyle ilgili olduğu anlaşılır.

    Yine bu tefsire göre, ilahi taktirin ilahi kazadan önce olduğu da anlaşılır. Zira bir şeyin kesinlik kazanması onun varlığında etkili olan bütün nedenlerin var olmasıyla olur ki, bu taktiri de içermektedir.

    Ayrıca ilahi kaza ve kader, ilm-i kaza ve kader ve ayn-i kaza ve kader olmak üzere, iki kısma ayrılır. İlm-i kaza ve kader Allah Teala'nın, bir şeyin zat, sıfat, mekan ve zaman açısından sahip olduğu ölçü ile tahakkuk edeceğine dair olan kesin ilminden ibarettir. Ayn-i kaza ve kader ise, o şeyin objektif olarak bilinen özelliklerle tahakkuk bulmasının Allah Teala'ya intisap etmesinden ibarettir.

     Ehl-i Sünnet'in meşhur kelam kitaplarından olan "El-Mevakif" kitabında kaza ve kader şöyle tanımlanmıştır: "Eş'arî mezhebine göre, ilahi kaza, Allah Teala'nın nesnenin kendi zarfındaki varlığına dair olan ezeli iradesi, ilahi kader ise, nesneyi zat ve sıfat açısından belli ölçülerle yaratmasından ibarettir."

    Eş'arîler'e göre, ilahi kaza ve kader her şeye şamildir. Hiçbir şey ilahi kaza ve kader dışında gerçekleşmemektedir.

    Mutezile mezhebine göre ise, ilahi kaza ve kader insanın iradi fiillerini içermemektedir. Mutezile mezhebine göre, ilahi kaza ve kaderin insanın iradi fiillerini de içerdiğini söylemek, insanın mecbur olduğu sonucunu doğurduğundan ilahi adalet ile çelişmektedir.

    Eş'arîler ise, ilahi kaza ve kaderin insanın fiillerini içermediğini söylemenin, insanın iradi fiillerinde müstakil olmalarını ve Allah Teala'nın irade ve kudreti dışında gerçekleştiğini gerektirdiğini, bunun ise şirk olduğunu savunuyorlar.

Nakledildiğine göre, Mutezile mezhebinin ünlü alimlerinden olan Kadı Abdulcabbar ünlü vezir Sahip bin İbad'ın meclisinde Eş'arî mezhebinin ünlü alimi Ebu İshak İsfayarani ile karşılaşınca, ona hitaben: "Allah Teala kötü işler yapmaktan münezzehtir" der. Onun bu sözlerine karşılık olarak Ebu İshak ise, hemen: "Allah Teala mülkünde kendi istediğinden gayri bir şeyin olmasından münezzehtir" cevabını verir.

     Böylece Kadı Abdulcabbar, Ebu İshak'a; "Siz ilahi kaza ve kaderi genel kabul edip, her şeyi içerdiğini kabul etmekle, kötü ve çirkin işleri de Allah Teala'ya nispet veriyorsunuz. Oysa Allah Teala bütün çirkinliklerden ve kötülüklerden münezzehtir" şeklinde ikaz ederken, o da hasmını; "Siz de Allah Teala'nın kaza ve kaderini genel kabul etmemekle, Allah Teala'nın mülkünde bazı şeylerin O'nun irade ve kudreti dışında vuku bulduğuna inanıyorsunuz. Bu ise tevhid ilkesiyle çelişmektedir" şeklinde suçluyor.

    Bu tartışma, tarih boyunca Eş'arî mezhebini kabul edenlerle, Mutezile mezhebini kabul edenler arasında süregelmiştir.

    Eş'arîler yaratılış ve fiillerde tevhid ilkesine dayanarak Mutezililer'i şirke düşmekle suçlarken, Mutezililer adalet ilkesini öne çekerek, onları ilahi adaleti kabul etmemekle suçlamışlardır.

    Bu arada Mutezililer, ilahi sıfatlar konusunda, zatın sıfatlar yerinde olduğunu, Allah'ın alim, kadir gibi sıfatlarla sıfatlanmasının anlamı, zatının bu sıfatlara sahip olan kimsenin işini gördüğü anlamına geldiğini, yoksa İlahi Zat'ta bu gibi sıfatların olmadığını kabullenerek, İlahi Zatl'a sıfatlarının ayrı olduğunu ve sıfatların da Zat-i İlahi gibi ezeli olduğunu savunan Eş'arîler'i, zat ve sıfatlar konusunda şirke düşmekle suçlamış ve kendilerini, tevhid ve adalet ehli olarak tanıtmışlardır.

    Ancak hakikat şudur ki, Ehl-i Beyt mektebi dışında hiçbir grup, ne gerçek anlamda tevhid ehli olabilmiştir, ne de adalet ehli. Eş'arîler tevhid ilkesini düzeltelim derken, insanın fiillerinde mecbur olduğu sonucunu doğuran insanın irade ve kudretinin onun fiillerinde hiçbir etkisi olmadığını savunarak, ilahi adaletle çelişmiş ve ilahi adaleti inkar etmek zorunda kalmışlardır.

    Ayrıca, Zat-i İlahi ile sıfatlarının ayrı olduğunu ve her ikisinin de ezeli olduğunu iddia ederek de, zat ve sıfatlar konusunda şirke düşmüşlerdir.

    Mutezililer ise, ilahi adalet ilkesini düzeltelim derken, insan iradesi dahilinde cereyan eden fiilleri, ilahi kaza ve kader dışında koymakla, yaratılış ve fiil boyutunda şirke düşmekle birlikte, onların büyük bir çoğunluğu, Zat-i İlahi'de kemal sıfatlarının bulunmadığını ve sadece Zat-i İlahi'nin kemal sıfatlarına sahip olanların işini yaptığını iddia etmekle, Zat-i İlahi'yi kemalden yoksun bilmişlerdir.

    Buna karşılık Ehl-i Beyt mektebi hem Hak Teala'nın zat ve sıfatlarının ayniyetini kabul ederek, zat ve sıfatlar boyutunda hakiki tevhid ehli olmuşlardır. Hem de insanın irade ve kudretinin onun iradi fiillerinde etkili olduğunu ve dolayısıyla insanın muhtar bir varlık olduğunu kabullenmekle birlikte, insanın iradi fiilleri de dahil olmak üzere her şeyin ilahi kaza ve kader çerçevesinde cereyan ettiğini kabul etmekle, yaratılış ve fiiller boyutunda ilahi tevhidi kabul etmiş, ilahi adaletle de çelişmemişlerdir.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile