Cts04202024

Son güncellemeSal, 29 Ara 2020 6pm

Kur’an-ı Kerim

Kaza ve Kader 3

 Allah Teala ile insan arasında olan bağlantı güneş ve ışın misalinden daha derin bir bağlantıdır. Çünkü hem insanın kendi varlığı, hem de sahip olduğu bütün özellikleri Allah Teala'ya bağlı olup, Zat-i İlahi'den kaynaklanmaktadır.

    Böyle olunca da, insanın bütün iradi fiillerinin hem insanın kendisine, hem de aynı zamanda Allah Teala'ya istinat edilmesi, ne Allah Teala'nın kudret ve iradesini sınırlı kılmak olup, şirk sorununu doğurmakta, ne de insanı mecbur kılmak olup, insanın boynundan sorumluluğu kaldırmamaktadır.

    Zira, insanın iradi fiillerinin Allah Teala'nın irade ve kudretiyle yapıldığını söylerken birbirinin enleminde olup, varlık açısından müstakil olan iki varlığın birlikte veya peş peşe bir şey üzerinde etki ettikleri kastedilmiyor ki, bunun Allah Teala'ya şirk koşmak olduğu söylensin, yahut Eş'arîler'in iddia ettiği şekilde, asıl etki edenin yalnızca Allah Teala'nın iradesi ve kudreti olduğu, insan irade ve kudretinin ise, hiçbir etkisi olmadığı kastedilmiyor ki, bunun da Allah'ın insanı mecbur ettiği ve bunun Allah'ın adaletiyle çeliştiği iddia edilsin.

    Aslında dikkat edilirse, Eş'arîler'in iddiası de şirkten kurtulmamaktadır. Zira Eş'arîler'in bu görüşleri gereğince insan, iradi fiillerinde etkili olmayan, yalnızca kendisine ait olmakla birlikte, Allah Teala'nın irade ve kudreti dışında kalan bir irade ve kudret sahibi olmaktadır. Asıl etkili olan ise, insan irade ve kudretinin dışında kalan Allah'ın irade ve kudretidir.

     Bu durumda insana, varlık açısından Allah Teala'nın irade ve kudreti dışında olup, etki etmeyen bir irade ve kudret tanımış olurlar ki, bunun kendisi Allah Teala'nın irade ve kudretini sınırlamak olup, şirk sayılmaktadır.

    O halde Eş'arîler, bu görüşleriyle insanı fiillerinde mecbur kılıp Allah'ın adaletiyle çelişmelerine ilaveten, iddialarının aksine, tevhid meselesini de halledememişlerdir. Oysa İslam'ın özünden ibaret olan Ehl-i Beyt mektebi, insanın kendisini ve sahip olduğu her şeyi bizzat insanın kendisine ait bilmekle birlikte, Allah Teala'ya ait olduğunu, yerde gökte olan her şeyin, kısacası bütün varlık aleminin asıl malik ve sahibinin Allah Teala olduğunu vurgulamaktadır. "Bütün göklerin, yerin ve içindekilerin mülkiyeti ve hakimiyeti yalnızca Allah'ındır. O her şeye kadirdir." (1)

     Başka bir tabirle Ehl-i Beyt mektebine göre, fiillerin insan irade ve kudretine istinat edildiği düzeyle, Allah Teala'nın kudret ve iradesine istinat edildiği düzey birbirinden farklıdır. Allah'ın irade ve kudretine istinat edildiği düzey, insanın irade ve kudretine istinat edildiği düzeyin üstünde olan bir düzeydir. Bu düzeyde insanın kendi varlığı, iradesi, kudreti, işini gerçekleştirdiği madde ve kullandığı araç gereçler hep birlikte Allah Teala'nın irade ve kudretine istinat edilmektedir.

     Bu durumda insanın kendi irade ve kudretinin, kamil illetin (nedenin) bir parçası olarak fiilinde tesir etmesinin, kamil illetin bütününün Allah Teala'ya istinat edilmesiyle bir çelişkisi yoktur.

    Zira bütün evren her şeyiyle birlikte, her halûkarda Allah Teala'ya istinat edilmekte ve her zaman Allah Teala'ya muhtaç olup O'ndan medet almaktadır. Hiçbir şey, hiçbir durum ve halde O'ndan müstağni değildir. Her an için her şey, O'na bağlı olup varlığını ve bütün varlık kemallerini O'ndan almaktadır.

    Bu durumda insanın iradi ve ihtiyari fiilleri de Allah Teala'ya muhtaç olup, ilahi kudret ve irade dahilinde cereyan etmektedir. Bütün evrenin Allah Teala'ya istinat edilmesi, onların kendilerine istinat edilmesiyle bir çelişkisi yoktur ki, bir şey hakkında, ya Allah'a istinat edilmeli, ya da insana denilsin.

    Hayır, bir şey insana nispet verildiği halde, Allah'a da nispet verilmektedir. Her iki nispet de hakiki nispettir. Öyle değil ki, birine hakiki, diğerine ise mecazi olarak nispet verilsin. Aksine, her iki nispet de hakiki nispet olup, bu nispetler arasında bir çelişki yoktur.

    Çünkü Allah'ın irade ve kudreti ile insanın irade ve kudreti birbirlerinin enleminde olan iki ayrı irade ve kudret değil ki, birine nispet vermek, diğerine nispet vermekle çelişsin. Yani, eğer insanın irade ve kudreti Allah Teala'nın irade ve kudretinin enleminde olan müstakil bir kudret ve irade olsaydı, birini bir şeyin tahakkuk bulmasında tam neden kabul etmek, diğerini de tam neden kabul etmekle çelişirdi. Fakat insanın irade ve kudretinin kendisi, Allah Teala'nın irade ve kudretinin ma'lul ve müsebbebi olduğuna göre, insan irade ve kudretinin sebep olduğu her olgu, aynı zamanda Allah Teala'nın irade ve kudretinin de müsebbebi sayılmakta ve Allah Teala'ya da nispet verilmektedir. Bu iki nispet arasında hiçbir çelişki ve taaruz söz konusu değildir. Nasıl ki, güneşin müsebbebi olan ışının müsebbebinin aynı zamanda güneşe de atfedilip nispet verilmesi, bir çelişki kabul edilmiyorsa, bu hususta aynen öyledir.

    Burada söz konusu olan, Allah'ın irade ve kudreti ile insanın irade ve kudreti birbirinin boylamında olan iki irade ve kudrettir. Yani, insan varlığıyla, iradesiyle ve kudretiyle Allah'a bağımlı olup, O'ndan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla insanın irade ve kudreti aynı zamanda Allah Teala'nın irade ve kudretidir ve insan her şeyiyle Allah Teala'ya ait olup, O'nun irade ve kudretine bağlıdır. İşte bunun içindir ki, Allah Teala'nın buyurduğu gibi; "Bütün alemlerin sahibi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz." (2)

   Görüldüğü üzere, Ehl-i Beyt mektebinde hem Allah Teala'nın tevhid-i ef'ali ilkesiyle çelişilmeyip, varlık aleminde yegane müessirin Allah Teala olduğu ilkesi halledilmiştir, hem de insanın iradi fiillerinde kendi irade ve kudretinin gerçekten etkili olduğu açıklanarak, insanın yaptığı fiillerinden dolayı sorumluluğun kendisine ait olduğu açıklanmış ve Allah Teala'nın adil olduğu ilkesi ihlal edilmemiştir. Dolayısıyla Allah Teala'nın buyurduğu gibi; "...İnsanın kazandığı iyilik kendi lehine ve yaptığı kötülük de kendi aleyhinedir..." (3) Ve "insana çalıştığından başkası yoktur. Ve insanın her çalıştığı ileride görülecektir." (4)

    Sonra Eş'arîler'in, insanın iradi fiillerinin Allah tarafından yaratıldığına ve insanın kudret ve iradesinin onların meydana gelmesinde hiçbir rolü olmadığına kail oldukları halde, insanın muhtar bir varlık olduğunu ve yaptığı işlerden kendisinin sorumlu olduğunu tevcih etmek için, ortaya atmış oldukları kesp nazariyeleri de, hatta kendi bilginlerinin de itiraf ettikleri gibi, bu sorunu halletmekten uzaktır.

    Ehl-i Sünnet'in meşhur yazarlarından olan Mısırlı Ahmet Emin kesp nazariyesini takrir ettikten sonra şöyle der: "Görüldüğü üzere, bu nazariye konu hakkında bir ilerleme veya gerilemeyi arz etmemektedir. Aslında bu nazariye cebir nazariyesinin yeni bir ifadeyle ortaya koyulmasından başka bir şey değildir." (5)

    Kesp nazariyesinden neyin kastedildiği hususunda Eş'arî bilginleri tarafından çeşitli açıklamalar yapılmış, hatta bazıları onu anlaşılamaz müphem bir nazariye olarak tanımlamışlardır.

    Ancak en meşhur tanıma göre, kesp nazariyesinden maksat, insan fiilinin, insanın kudret ve iradesinin onun tahakkukunda bir etkisi olmaksızın, insanın kudret ve iradesiyle zaman açısından beraber olmasından ibarettir.

    Ehl-i Sünnet'in ünlü kelamcılarından Kuşci kesbin tanımını şöyle yapıyor: "İnsanın fillerini kesp etmesinden maksat, insan kudret ve iradesinin insan fiilinin meydana gelmesinde mahal olmaktan başka herhangi bir tesiri ve etkisi olmaksızın insan fiilinin kudret ve iradesiyle zaman açısından beraber olmasıdır." (6)

    Görüldüğü üzere, Eş'arîler'in kesp nazariyesi, Ahmet Emin'in tabiriyle cebir nazariyesinin yeni bir dil ile ifade edilmesinden başka bir şey olmayıp, insanın hür irade sahibi olduğunu tevcih etmekten çok uzaktır.

    Bizim burada fazla bir şey söylememiz icap etmez. Ancak yine Ehl-i Sünnet'in muasır büyük alimlerinden olan El-Ezher merkezinin müdürü Şeyh Şaltut'un konu hakkındaki sözlerini naklederek bu konuyu kapatmak istiyoruz.

    Şeyh Şaltut konu hakkında şöyle der: "Kesp nazariyesini, insanın kudretinin fiilinde bir etkisi olmadan yalnızca insan fiili ile kudreti arasındaki normal bir zamandaşlık olarak tevcih etmek, lügat ve Kur'an terimleriyle çelişmesine ilaveten, insanın mükellef kılınıp işlerinden sorumlu tutulması ve adl-i ilahi meselesini tevcih etmekten de acizdir. Zira bu taktirde, insan fiili ile kudreti arasındaki zaman beraberliği, Allah Teala'nın o fiili insanın kudret zemininde icat etmesinden kaynaklanmaktadır, o fiilin insanın makduru olup, insanın kendi tarafından icat edildiğinden değil. Dolayısıyla da o fiili insana nispet vermek doğru olmaz. O fiil, insanın kudreti ile zamandaş olduğu gibi, insanın işitmesi, görmesi ve ilmiyle de zamandaştır. Bu durumda kudretin insanın işitmesi, görmesi ve ilminden ne farkı kalır ki, yalnızca kudretle zamandaş olmak sebebiyle insana nispet verilebilsin."

   Şaltut daha sonra kendi görüşünü şöyle açıklıyor: "Benim görüşüm şudur ki, Allah Teala kudret ve iradeyi insanda beyhude ve boş yere yaratmamıştır. Aksine, bu ikisinin insanda var olması, insanın mükellef kılınıp mükafat ve cezaya layık görülmesi ve fiillerin insana nispet verilmesinin ölçeğidir. Eğer insan hayır veya şer yolunu seçerse, Allah Teala zorla onu, seçimini devam ettirmekten engellemez. Gerçi insanın kudreti ve ihtiyarı Allah Teala'nın kudret ve meşiyetine bağlıdır. Eğer Allah Teala dilerse, insandan hayır iradesini tamamıyla alır ve insanı baştan başa şer sarar. Yahut Allah Teala isterse, insandan şerre yönelme cazibesini kaldırır ve insan tamamıyla hayra yönelir. Ama ilahi hikmet, teklif ve imtihan konusunda insanın şimdiki görünümü üzere olmasını iktiza etmektedir. İnsanın zatında fesada yöneliş iktizası da mevcuttur, takvaya yöneliş iktizası da." (7)

    Bütün bunlardan anlaşıldı ki, kesp nazariyesi, Ehl-i Sünnet'in kendi büyüklerinin de itiraf ettiği üzere, insanın muhtar ve sorumlu oluşunu tevcih etmeden acizdir.

------------------------------------------------------------------

(1)- Maide: 120

(2)- Tekvir: 29

(3)- Bakara: 286

(4)- Necm: 39, 40

(5)- Zuhal İslam Ahmet Emin'in c. 3 s. 57 Beyrut baskısı

(6)- Şerh-i Tecrid Kuşci'nin s. 445

(7)- Buhusun fil- Milel ven Nihel c. 2 s. 153, 154, Şey Şaltut'un Tefsir-ül Kur'an-il Kerim adlı kitabından naklen s. 240, 242

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile