Cu03292024

Son güncellemeSal, 29 Ara 2020 6pm

Back Ana Sayfa İlahi Kelam Kur’an-ı Kerim Kur’an’ı Anlamada Esas Engel

Kur’an-ı Kerim

Kur’an’ı Anlamada Esas Engel

Kur’an’ın kökeni, nüzul esası, metodu ve terkibi Allah tarafından olduğu gibi; Kur’an’ı anlamanın mertebelerini tanıma metodu da Allah tarafından gösterilmiştir. Zira Allah; “Eğer onlar sana sırt çevirirlerse senin görevin, buyruklarımızı onlara açıkça duyurmaktan ibarettir”[2] diye buyurduğu gibi Kur’an’ı anlamanın yolunu da bizzat beyan edebilir. O halde Kur’an ile tanışma ve doğru anlama niteliği hususunda en iyi metot her şeyden önce Kur’an’a müracaat edilmesidir. Kur’an’da yer alan çeşitli ayetlerde ilahi ayetlere yöneliş şartları ve içinde gizli hakikatlerden faydalanma yolu beyan edilmiştir. Eğer bir kimse bu şartlara riayet etmeksizin Kur’an’a yönelecek olursa bu kitap kendisine faydalı olmayacağı gibi hatta saptırıcı ve zarar vericide olabilir. Bu Kur’an mucizesinin yüce boyutlarından biridir. Bu hidayet edici kitap aynı zamanda saptırıcıdır da. “Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?” derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları saptırır.”[3]

Kur’an’a göre Kur’an-ı hakkıyla ve layık olduğu şekilde anlamaya engel teşkil eden en önemli unsur yaygın örnekleri ve anlamlarına teveccühen zulümdür. İsra suresi 82. Ayet esasınca sadece zalimler Kur’an-ı doğru anlamaktan, rahmetinden ve hidayetinden mahrumdurlar. Bu makalede bu ayeti esas alarak Kur’an-ı layık olduğu şekliyle anlamaya engel teşkil eden bir unsur olarak zulmü incelemeye koyulacağız.

Kur’an’a göre, Kur’an-ı Anlamanın tek engeli zulüm dür.

Kur’an anlayışında açıkça ifadeler kullanan en iyi ayet şu ayettir. “Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”[4]

Bu ayet Kur’an anlayışını bir taraftan iman ve mertebelerine ve bir taraftan da imanın karşıtı olarak[5] ortaya konan zulme bağlı saymıştır. İnsanın ilahi fıtratı esasınca söz konusu engeller ortadan kalktığı takdirde kalbi inançlar ve iman serpilip gelişmektedir. [6]

O halde Kur’an’ı layık olduğu şekilde anlamanın en önemli adımı engelleri tanımak ve ortadan kaldırmaktır. Bu ayette hasr (bir şeyin içine alma, yalnız bir şeye mahsus kılma, bir çember içine almak. ; yani nefiy ve istisna) gereğince Kur’an-ı anlamaya engel olan unsurların kökü Kur’an tarafından zulüm olarak gösterilmiştir. Eğer Kur’an-ı anlamaya daha çok işlerlik kazandırmak istiyorsak hiç şüphesiz engelleri güzel tanımalı ve bu engelleri Kur’an-ı tanıma yolundan kaldırmalıyız. Bu yapıldığı takdirde artık Kur’an-ı doğru anlayıp anlamama noktasında endişe etmemeliyiz. Zira engelleri kalktığı bir ortamda doğal olarak Kur’an hakikatleriyle yakından tanışmış oluruz. Zira Allah şöyle buyurmaktadır: “İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.”[7]

O halde Allah insanlara zulmü uygun görmediğinden dolayı ayetlerini de onlar için kendisi tilavet etmektedir. Buna bağlı olarak insanlar da zulümden uzak oldukları miktarda Allah’ın ayetlerinden faydalanır ve doğru olan anlamlarına yakınlaşmış olurlar. Dolayısıyla Allah’ın ayetlerini inkar edenler sadece zalimlerdir. Zalim oldukları için de sonuçta Kur’an-ı hak ve layık olduğu şekilde anlamaktan mahrumdurlar: “Ayetlerimizi sadece zalimler inkar eder.”[8]

Bunun anlamı da zalimlerin Kur’ani ayetlerin anlayışından mahrum olmaları değil; aksine Kur’an’a yönelişte ve Kur’an-ı hak olduğu şekilde anlayışta zulümden uzak oldukları miktarca Kur’an’dan faydalanacak ve istifade edeceklerdir. Herhangi bir şekilde zulme bulaştığımız miktarda da bu zarar ve hüsranımız artacak, Kur’an’ı anlama yolundan sapacak ve daha fazla karanlıklara dalmış olacağız.

“Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler.”[9]

Öte yandan iman eden herkesin zulümden uzak olduğunu ve bütün ilahi ayetleri anlamak ve hakikatleri kamil bir şekilde derk etmekten nasiplendiğini iddia etmek de doğru değildir. Aksine insan imanını zulme yakın kılmadığı miktarda Kur’an ayetlerini dosdoğru bir şekilde anlamaktan nasiplenmektedir. İman ve mertebelerinden ne kadar az nasiplenirse o kadar zulme bulaşmış olur ve ilahi ayetleri derk etmek, doğru olmayan nasiplenmelere eşlik eder. Dolayısıyla iman eden bir kimse imanına zulmü karıştırmamaya büyük özen göstermelidir.

“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”[10]

Bu ayet bütün anlam ve örnekleriyle[11] zulüm karışmış imanın örtülü olabileceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla bütün müminler ve Müslümanlar da Kur’an’dan aynı şekilde nasiplenmemektedir. Zira herkes aynı iman derecesine sahip değildir.

Kur’an’ın bir çok ayetlerinde “muhsinin” (ihsan sahipleri), “muttakin” (takva sahipleri), “mukinin” (yakin sahipleri), “zakirin” (zikir edenler), alimler ve akıl sahipleri gibi muhataplar için hidayet, şekavet, rahmet, öğüt, müjde, basiret ve nur gibi kavramlar kullanılmıştır. [12] Bunlar ilk engelleri ortadan kaldıran, kalplerini temizleyen ve her insanın fıtratı olan hakikati arama esasınca Kur’an’a yönelen müminlerdir. Bunlar artık Kur’an’ın muhteva ve içeriğini doğru olarak anlayıp anlamadıkları hususunda bir korku taşımamaktadırlar. Aksine zulümden uzak oldukları için Kur’an’ı anlama ve Kur’ani uygun hidayetten tam bir esenlik ve güvenlik içerisinde bulunmaktadırlar.

“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”[13]

İman ve takva ehli olanlar, niyet ve amellerinde doğru bir şekilde çirkinliklerden, kötülüklerden ve haramlardan el çektikleri için doğru ve layık bir bakış açısını elde ederler. “Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.”[14]

Maksat, insana hak ve batılı ayırt etmede yanlışlığa düşmeyeceği bir bakış ve görüş açısının verilmesidir. [15]

İsra suresi, 82. Ayetinin Kur’ani kavramları anlamada ve hatta diğer Kur’ani konularda, Kur’an ayetlerini bağlayıcı bir etken olduğunu söylemek de mümkündür. Zira Kur’an’ı anlamanın bütün mertebeleri, yükseliş boyutunda sonsuza dek yani rahmet, şifa, hidayet, nur ve hak doruğunda imana ve imanın derecelerine bağlıdır. Nitekim iniş boyutunda da Kur’an’ı anlamak sonsuz olarak menfi boyutta, yani apaçık saptırıcılık, haktan uzaklık, inat ve ilahi vahiy ile düşmanlıkta zulüm ve mertebelerine bağlıdır. Kur’an’ın tümünde iman ve zulmün konularına ve etkilerine işaret edilmiştir.

1- Kur’an’ı Anlama Bağlamında Zulmün Tanımı

Zulüm kavramı, adaletsizlik, haksızlık, hakkı ayaklar altında çiğnemek ve her şeyi uygun olmayan bir yerde karar kılmaktır. [16]

Bu kavram karanlık anlamına gelen zulmet kelimesiyle aynı kökten türemiştir ve bir itibara göre yakın anlam taşımaktadır. Zira karanlık zulmün ve hakkı çiğnemenin bir sonucudur. [17]

O halde zulüm anlamları bilerek veya bilmeyerek yapılan her türlü isyan ve hata hususunda kullanılmaktadır. Şu farkla ki bilerek yapılan isyanda cezalandırma kesindir. Ama hata ve yanlışlık her ne kadar teklifi ve şer’i hükümler gibi etkilere sahip olmasa da liyakatsizlik gibi kesin ve olumsuz sonuçlar, hata eden kimsenin yakasına sarılmaktadır. Kur’ani kavramları derk etme ve Kur’an’ı anlama mertebeleri bağlamında bilerek veya yanlışlıkla ortaya çıkan isyan ve hata hususunda herhangi bir fark yoktur. Zira her ikisi de Kur’an’ın hidayet, terbiye, doğru ve layıkıyla derk edilmesiyle uyum içinde değildir.

Bu kavram, adaletsizlik anlamını ifade eden bütün türevleriyle birlikte Kur’an’da 289 defa yer almıştır. 69 defa, türevler olarak yer almış olup, zulmet ve karanlık anlamını ifade etmektedir. Şimdi eğer Kur’an surelerini eşit olarak değerlendirecek olursak, her surede ortalama iki buçuk defa zulüm kavramı farklı şekillerde yer almıştır. Bu da insanın maruz kaldığı bir iş olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda Kur’an’a yönelen kimseye ilahi ayetleri anlama hususunda zulme bulaşmamak için dikkatli olması noktasında bir uyarıdır.

“Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.”[18]

1- Zulüm Çeşitleri

Genel olarak zulüm için üç halet düşünülebilir:

1- 1- Allah’a Zulüm

Allah’a ve yaratıcıya zulüm, zulmün en ağır ve önemli bir çeşididir. Bunun da çok büyük ve olumsuz yan etkileri vardır. Şüphesiz bu zulüm haleti içinde Kur’an’a yönelmek ziyan ve hüsrana neden olacaktır.

2- 1- Acaba Allah’a zulmün bir anlamı var mıdır?

Her ne kadar Allah’a zulüm, ilk etapta makul ve makbul bir iş olarak gözükmese de bir anlamı vardır. Allah’a zulmün ilk etapta makul ve makbul olmamasının nedeni ise Allah’ın mutlak kadir oluşundandır ve bizim hiç kimsenin Allah’a zulmedemeyişini düşünmemizdendir. Ama eğer Hak Teala’yı göz önünde bulundurmadan sadece zulüm açısından bu konuya bakacak olursak söz konusu kuruntu kendisinden ortadan kalkmaktadır. Zira hakkın görmezlikten gelindiği, ilahi emirlere itina edilmediği, hatta bir kenara itildiği yerde şüphesiz hakikatte Allah’a zulüm edilmektedir. Ama Allah mutlak kadir olduğu halde sonsuz sabır sahibidir. Kendisine yapılan zulme veya kendisine karşı yapılan isyana karşı hem sabretmektedir, hem de sahip olduğu rahmet ve lütuf esasınca dönüş, tövbe ve zulmü ortadan kaldırma yolunu göstermektedir. Sonuçta günahkar kullara karşı hüccetini tamamlayarak Kur’an’ı anlamaktan da mahrum kalan nankör ve isyankar kullarından gazap ve öfkeyle intikam almaktadır.

“Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.”[19]

Kim intikam almaktadır? Şüphesiz Allah’ın hakkının çiğnendiğini ve ona zulmedildiğini bilen ve anlayan bir kimse. Bu Allah için de geçerlidir. Aksi takdirde gazap ve intikam, Allah için boş ve uygunsuz bir iş olurdu. Allah ise Kur’an’da boş bir söze yer vermekten veya dediği sözünde durmamaktan münezzehtir.

Bu açıklama esasınca söylenebilir ki bütün zulümler, hakikatte Allah’a zulümdür. Zira Allah, her şeye varlık vermiştir. Var olan her şey, varlığını Allah’a borçludur. O halde dünyada diğerlerine veya insanın kendisine yaptığı zulüm, hakikatte Allah’a zulümdür. Dolayısıyla eğer Kur’an’a yönelen bir kimse, Allah’ın hakkını çiğneyecek olursa, aynı ölçüde Allah’ın sözü hak olan ve Kur’an hakikatlerini anlamaktan uzak düşer.

Burada zikredilmesi gereken önemli bir nükte de genel anlamda Allah’a zulüm hususlarını Kur’an’da dikkatle okuyacak olursak[20] ve büyük bir zulüm olan Allah’a şirk koşma dışında Allah’a zulüm sayılan hususları inceleyecek olursak ve o hususları tanıtan Kur’an ayetlerine müracaat edecek olursak bütün bu hususların yine şirke döndüğünü açık bir şekilde görürüz. Zira Allah’a doğru yapılan her türlü zulüm ve hatta insanın kendine ve diğer insanlara yaptığı zulüm bile hakikatte Allah’ın hakkını görmezlikten gelmek veya başka bir şeyi Allah’ın hakkına ortak kılmaktır.

Zalim insan Allah’ın kullarına ve ilahi hakkı eda etmekle ilgili olan herhangi bir şeye müdahalede bulunması Allah’ın kullarının hakkını görmezlikten gelmesidir. Bu da şirkin ta kendisidir. Burada söylenmesi gereken sözlerin özü de şudur ki Kur’an’ı derk etmek, büyük bir zulüm olan şirkten uzak kalmakla mümkündür. Nitekim İsra suresi, 82. Ayetinde şöyle okumaktayız: “Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”[21]

3- 1- İnsanlara Zulmetmek

Zulmün en yaygın ve hissedilen türü, diğerlerine yapılan zulümdür. Yani toplumsal zulümdür ki insanların bu tür bir zulme hassasiyeti diğer iki tür zulümden daha çoktur. Allah’ın hakkı dışında insanların da bir takım hakları vardır. Bu insanlara ait haklara saygı göstermek ve saldırmamak gerekir. Hatta onların hakkını eda etmek için çabalamak icab eder. Allah tarafından Müslümanlara farz kılınan hükümlerin çoğu, bu iş ile ilgilidir. Açıkça bilindiği gibi insanlar bu açıdan büyük zulümlere maruz kalmaktadırlar. Zira toplumdaki bireylerin her biri, kendi menfaat elde etme içgüdüleri gereğince güçleri yettiği kadar kendi menfaatlerine olan şeylerden nasiplenmeye çalışırlar. Bu diğerlerinin hakkına bir saldırı olsa dahi zulmetmekten çekinmezler. Eğer herkes bu içgüdüsünü tatmin için çalışacak olursa bir izdiham ve ihtilaf vücuda gelir, toplumsal hayat altüst olur, bir cehenneme dönüşür. Artık o toplumda esenlik içinde yaşayabilmek çok zor ve hatta imkânsızdır. Böyle bir grup azaba müstehaptır. “Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.”[22]

1- 3- 1- Kur’an’ı Anlamada Toplumsal Zulmün Etkisi

Kur’an’ı anlama ölçüsü de bu işte gizlidir. Kur’an’a yönelen bir kimse eğer Peygamber’e, Ehl-i Beytine, diğer insanlara, akrabalarına, dost ve yabancı bütün herkese saygı hususunda kusur etmez, çaba gösterir ve onlara zulmü reva görmezse şüphesiz Kur’an’ı daha iyi korumuş ve Kur’an’ın inceliklerinden daha iyi faydalanmış olur. peygamberlerin bisetinin ve semavi kitapların özellikle Kur’an’ın nazil olmasının gereği de insanların hayatının farklı dönemlerinde önemli ve zaruri olduğu için bütün insanlara gönderilen Kur’an’ın muhtevasını anlamak için toplumsal zulümden uzak durmak oldukça önemli ve zaruri bir konudur. Eğer Kur’an’dan ilahi inayetler, rahmet ve şifa elde etmenin ölçüsü, Kur’an’ın aydınlatıcı ayetleriyle birlikte olmak ve Kur’an ayetlerinin yüce hakikatlerini anlamak bu toplumsal zulümden uzak durmakta gizlidir, diyecek olursak hiç de boş bir söz söylemiş olmayız. Zira peygamberlerin mucizeleri, herkes için bir şekilde zuhur etmiştir. O halde eğer sadece bazı kimselerin peygamberlere, semavi kitaplara ve peygamberlerin mucizesine iman ettiğini görüyorsak, bu her şeyden çok onların zalim olmamasından kaynaklandığındandır. peygamberlerin mucizesini bir sihir olarak nitelendirenler diğer insanlara yaptıkları zulüm sebebiyle bu duruma düşmüşlerdir.

Velhasıl Kur’an ayetleri, tıpkı Peygamber (s.a.a) gibi davranan kimseler için daha uygun, cezbedici, ilginç ve anlaşılırdır. Zira Peygamber (s.a.a) hiç kimseye zulmetmeyi reva görmemiştir. İşte bu yüzden vahyi algılamaya layık görülmüştür. Dolayısıyla herkim aynı ölçüde diğer insanlara zulümden uzak duracak olursa, Kur’an’daki gizli hakikatlere ve Kur’an’ı layık olduğu şekilde anlamaya o derece yakınlaşır. Aksi takdirde bu Kur’an, hatta diğer mucizeler bile insanlar için hüccet tamamlamaktadır. Aşağıdaki ayet esasınca da Kur’an’ın nazil oluşundaki hedef bu toplumsal zulümden uzak durmaktır. “Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.”[23]

4- 1- İnsanın Kendine Zulmetmesi ve Bu Zulmün Kur’an’ı Anlamadaki Rolü

Kendi değerini bilmemek, hakiki hüviyetinin değerini takdir etmemek ve kamil bir insan olduğu için ruhsal gerçeğini eda etmemek, insanın kendisine bir zulmü sayılmaktadır. Şüphesiz bu da Kur’an’ı layık olduğu şekilde anlamakta büyük bir role sahiptir. Zira insanın kendisine veya diğerlerine yapmış olduğu zulüm ve günahların tümünün zararı ister istemez bizzat kendisine dönmektedir. Bu yolda her ne kadar Allah’ın hakkını zayi eder ve insanlara zulmederse, o derece Kur’an hakikatlerinden mahrum kalır. Müfredat sahibi şöyle diyor: “Hakikatte her üç zulüm çeşidi de Allah’a zulüm sayılmaktadır. İnsanın diğer insanlara yaptığı zulüm de kendine yaptığı zulümdür. Zira insan zulme ilk adımını attığında aslında kendine zulmetmektedir. [24]

Kur’an da bu hususta şöyle buyurmuştur: “Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.”[25]

Öte yandan Allah, çeşitli ayetlerde hiç kimseye zulmetmediğini açık bir şekilde beyan etmektedir. “İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.”[26]

Başka bir yerde ise Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.”[27]

Bu tür ifadeler, Kur’an’da farklı şekillerde yer almıştır. Bunların tümünde bir taraftan Allah’ın zulmetmediği vurgulanmış, bir taraftan da bu zulmün hakikatte insanın kendi kendisine zulmetmesi olduğu vurgulanmıştır. Adeta insanların Allah’ın hakkını görmezlikten gelmesinin veya diğerlerine zulmetmesinin kendisine zulmetmek olduğuna işaret etmektedir. “Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.”[28]

1- 4- 1- İnsanın Kendisine Zulmetmesinin İki Önemli Örneği

Gerçi insanın kendisine zulmetmesinin bir çok örnekleri vardır. Ama burada konuyla uyum içinde sadece Kur’an’da yer alan insanın kendisine zulmetmesinin iki önemli örneğine işaret edeceğiz.

A- Allah’ın Emirlerine Karşı Taşkınlık

İnsanın kendisine zulmetmesinin temel ve önemli örneklerinden biri ilahi emir ve çizgilere karşı taşkınlık etmesidir. “Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.”[29]

B- Putperestlik

Allah’tan gayrisine bağlanmak ve puta tapmak da Kur’an’ı anlamaya ve insanın kendi kendisine zulmetmesine en iyi örnek teşkil etmektedir. “Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.”[30]

Söylemek gerekir ki putperestlik öncekilere ait bir iş değildir. Hakikatte şirk ve putperestlik insanın bir ilaha karşı beslediği muhabbet ve aşk üzere bağlılığıdır. Böyle bir insan kemalini ve eksiklerini gidermeyi akıl, vakit ve varlığı gibi sermayelerini halis bir şekilde bu ilaha sunmaktadır. Ondan mahrum olacak olursa eksiklik hissetmektedir. Bu bütün insanlar için hatta Müslümanlar için bile her zaman geçerlidir. Müslüman bir kimse Kur’an okurken, namaz kılarken ve Allah’a ibadet ederken kalp huzuruna sahip değilse, fikir ve kalbiyle namazda başka bir şeyle meşgul ise bu putperestlik ve bağlılık daha iyi bir şekilde hissedilir. Şüphesiz şirk, putperestlik ve insanın kendisine zulmetmesinin en karmaşık haleti ile Müslüman bir kimse asla Kur’an’ı hak ve layık olduğu şekilde anlayamaz. Namazda kalp huzurundan ve bağlılıklardan uzak olduğumuz ölçüde Kur’an’ı hakikatleri derk etmeye yakınlaşmış oluruz.

İnsanlardan Kur’an’ı Anlamaya En Uzak Olan Kimse

Dediğimiz gibi İsra suresi, 82. Ayet esasınca Kur’an’ı hak ve layık olduğu şekilde anlamanın yegane engeli zulümdür. O halde insanların en zalim olanı Kur’an’ı anlamaktan en uzak olanıdır. Dolayısıyla konunun önemi sebebiyle insanlardan en zalim olan kimselerin Kur’an açısından özelliğinin ne olduğuna bakmak gerekir.

1- Allah’a Karşı Yalan Söylemektedir

“Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler!”[31]

Bu ayet esasında Allah’a karşı yalan söylemek, iftirada bulunmak ve ilahi ayetleri yalanlamak en zalim iş olarak adlandırılmıştır ki bu da Kur’an’ı anlamaktan tümüyle mahrum kalmaya sebep olmaktadır.

2- Peygamberlik İddiasında Bulunmakta ve Vahiy Nüzulünü Beklemektedir

En zalim işlerden biri de bir insanın yalan iddiada bulunması, yalan yere söz vermesidir. Bu yalancı kimseler, halkı aldatarak insanlar ve halk nezdinde bir makam elde etmeye çalışmaktadırlar. Özellikle eğer bu iddialar, ilahi vahyi anlama ve derk etme ile ilgili olursa, daha büyük günahtır. Zira vahyin başka bir şey olduğunu bildiği halde sahip olduğu kibir ve büyüklenme yüzünden ondan yüz çevirmekte ve haksız yere Allah’a karşı zalimce ve iftira dolu sözler söylemektedir. “Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilememişken “Bana da vahyolundu” diyenden ve “Ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!” derken onların halini bir görsen!”[32]

Bütün bu aldatmalar ve yalan vaatler, zalimlerin tabiatında yerleşik bir kültür haline gelmiştir.

“De ki: Allah'ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar.”[33]

Böyle kimseler Kur’an karşısında kabul ettikleri şeyleri gurur ve tekebbür üzere beyan etmektedirler ve Kur’an’ın hakikatlerini derk etmeye yanaşmamaktadırlar. “Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik.”[34]

Bunlar, Allah’ın ayetleri hakkında kesin bir delile ve layık olan bir bilince sahip olmamakla birlikte cedelleşmeye kalkışmakta, şekle karışık bir bakış ve bilgiyle kendilerini ve diğerlerini saptırmaya çalışmaktadırlar. “Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[35]

3- İlme Sahip Olmadığı İçin Halkı Saptırır ve Allah’a Karşı İftirada Bulunur

“Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[36]

Bunlar hem kendileri cahildir, hem de insanların cehaletinden kötü istifade etmektedirler. Böyle kimseler Kur’an’a yönelirken bir şey anlamamaktadırlar. Zira bu grup asla cahil olduklarını kabul etmemektedir. Dolayısıyla Kur’an ve Kur’ani hakikatleri derk etmek için Kur’an’a yönelmemekte ve Kur’an’ın hidayet, rahmet ve şifasından istifade etmemektedirler.

4- Allah’ın ayetlerinin hakkaniyetini itiraf ettikleri halde Allah’ın ayetlerini inkâr etmekte ve onlardan yüz çevirmektedirler

“Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.”[37]

Eğer önceki iki ayete bir bakacak olursak açık bir şekilde bu tür insanların semavi kitapları anlamaya ve derk etmeye yöneldiğini, ama Kur’an ve ilahi ayetler karşısında kendisini gafil gösterip hidayet ve rahmetinden uzak olduğunu görürüz. “Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (Hıristiyanlara ve Yahudilere) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik” demeyesiniz diye; yahut “Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.”[38]

Eğer bir kimse bu halet üzere Kur’an’a yönelecek olursa Kur’an ayetlerinden ve hakikatlerinden hak ve layık olduğu bir şekilde istifade edebilir mi? Hayır! Zira bu tür zalimler, inatçı ve fazla beklentisi olan alacaklılar gibi kendilerini diğerlerinden üstün görmektedirler. Dolayısıyla takvadan uzak ve ilahi vahiy şeklinde Kur’an’ın bir ayet olduğundan yüz çevirerek Kur’an’ı derk etmek ve hakikatlerini tanımak isterlerse, zerre kadar Kur’an’ın rahmet ve şifasından istifade edemezler. Sadece ziyan ve hüsranları çoğalır. Bu tür zalimler, Allah’ın lanetine uğramışlardır. “Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.”[39]

İlginç olanı da şudur ki, Kur’an açısından insanların en zalimlerinin bütün özellikleri arasındaki ortak nokta bu zalimler grubunun direkt olarak ilahi ayetler karşısında yer almasıdır. Onlar, deruni mahiyetlerini ilahi ayetlerle çelişik gördükleri için Allah’ın ayetlerini ve hakikatlerini yalanlamaya koyulurlar. Çeşitli bahanelerle hakkın emrini görmezlikten gelmeye koyulurlar. Şüphesiz böyle kimseler, diğerlerine oranla Kur’an’ı anlamaktan en uzak kimselerdir. Bu konunun daha iyi açıklığa kavuşması için Yunus suresi, 15–17. Ayetlere bir göz atalım:

“De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım. O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz O her şeye kadirdir.”[40]

5- Suçlular İnsanların En Zalimleridir

Başka bir ifadeyle Allah’a iftira eden kimseler de insanlara zulmeden kimselerdir ve hem de aynı zamanda suçlulardır. “Öyleyse kim Allah’a karşı yalan uydurandan veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalimdir! Şüphesiz O, suçlu günahkârları kurtuluşa erdirmez!”[41]

O halde zalimler hakkında Kur’an’dan naklettiğimiz bu beş ayete bile teveccüh edecek olursanız Allah’a yalan söyleyen ve ayetlerini yalanlayan bu tür kimselerin ilahi rahmetten mahrum olduklarını ve suçlu sayıldıklarını görürsünüz. Bu da çok önemli ve anahtar nüktelerden biridir ki Kur’ani hakikatleri derk etmek hususunda insanlardan en mahrumları sayılan zalimleri suçlular arasında aramak gerekir. Suçluların özel bir grup olduğunu sanmamak icap eder. Aksine insan israf[42], tekebbür[43], hakka karşı ikrah (iğrenmek, tiksinmek, bir işi istemeyerek yapmak)[44], iman ve elçilere özen göstermemek gibi sıfatlar, birinin vücudunda olursa, aynı ölçüde suçlular safında yer alır ve Kur’an’ı hak ve doğru bir şekilde anlamaktan mahrum kalır. Bu özellikler Kur’an’a yönelişte göreceli olarak var olabildiği için Allah Kur’an nüzulünün beyanının ve ayetlerinin detaylıca açıklanmasının hedeflerinden birinin de suçluların yolunu aydınlatmak olduğunu ifade etmiştir. “Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.”[45]

O halde eğer Kur’an’a yönelen bir kimse Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak istiyorsa suçluların özelliklerini kendinden temizlemelidir. Kur’an ayetlerinden ibret almaya karşı lakayt davrandıkça ve hatta Kur’an’dan yüz çevirdikçe suçlularla bir safta yer alacağını bilmelidir. “Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz.”[46]

6- İslam’a Davet Karşısında Olumsuz Cevap Vermektedir

“İslâm'a çağırıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”[47]

Bu ayet bir taraftan İslam’a olumsuz cevap verip kafir olanları kapsamaktadır. Bu kimseler zalimlerdir ve Kur’an hakikatlerini derk etmekten mahrumdurlar. [48]

Diğer taraftan ise zahirde Müslüman olan; Allah’ın mucize, apaçık delil ve hidayetlerini gören, bu konuda bir bilince varan, ama batınlarında ve hakikatte Allah’ın emrine teslim olmayan, hatta Allah’ın emrini gizlemeye çalışan kimseleri kapsamaktadır. [49]

Bunların işi zalimce bir iştir. “Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”[50]

Bunlar, hasta bir ruh, günah dolu bir kalp ve küstahça ilahi hidayetleri gizlemeye çalışan kör kalpli kimselerdir. “Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği, bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.”[51]

Zalimlerden bu grubu, Kur’an’ı anlamada insanların en mahrum olanıdır. Bunlar, gerçi zahirde Müslüman’dırlar, belki de gece gündüz Kur’an okumakla meşguldürler, ama Kur’an’dan sadece Allah’ın ve bütün lanet edenlerin lanetini elde etmekten başka bir nasipleri yoktur. “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.”[52]

Evet, Allah’ın yolundan sapan, hidayet yolunu derk etmek istemeyen, hatta sapıklık peşinde koşarak başkalarını da saptırmaya çalışan kimselere lanet olsun. Kur’an bu grup hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir!”[53]

Şüphesiz bu kimselerin kendilerine, dine ve Kur’an’a verdikleri zarar açık bir şekilde küfür yolunda yürüyen kimselerin verdiği zarardan çok daha fazladır. Bunlar tümüyle Kur’an’ı anlamaktan, ilahi ayetlerdeki hakikatleri derk etmekten mahrum ve nasipsiz kimselerdir. İnsanların en hüsrana uğramışları sayılmaktadır. “Şüphesiz onlar, ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.”[54]

O halde Allah’tan bizleri zulümden uzaklaşmasını ve zalimler grubundan kurtarmasını dileyelim ki, Allah’ın düşmanlarına alay konusu olmayalım, Allah’ın sözlerini hakkıyla anlayalım ve güzelliklerinden nasiplenelim. “Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): “Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!” dedi.”[55]

ABNA.İR

----------------------------------

[1] Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bir zahiri ve bir de batını vardır. Batıni için de yedi batına kadar ayrı bir batın vardır.” Hafız Nuruddin Heysemi, Mecme’uz Zevaid ve Menbe’ul Fevaid, c. 7, s. 152, hakeza Tefsir’i Safi, c. 1, s. 59’da bu sözü farklı tabirlerle diğer İmamlardan (a.s) nakletmiştir. Öyle ki iştihar, Müstefiz ve mütevatir haddindedir. Örneğin Hz. Ali (a.s) Nehc’ul Belağa’da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an çeşitli anlamlara gelen boyutlara sahiptir.” (77. mektup) bu da gösterdiği gibi Kur’an kavramları zaman ve mekanın üstündedir. Sınırsızdır ve herkes için her zaman derk edilir bir konumdadır.

[2] Nahl suresi, 82. ayet

[3] Bakara suresi, 26. ayet

[4] İsra suresi, 82. ayet

[5] Genellikle Kur’an ayetlerinde iman, küfür ve şirk karşısında yer almıştır. Bkz. yasin suresi 47. ayet; Mutaffifin suresi, 34. ayet; Hac suresi, 17. ayet ve Yusuf suresi, 106. ayet

[6] Kur’an-ı Kerim “Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” (Kaf suresi 37. ayet) ayetinde hakikatte iman ve doğruluğun sadece kalp ve fıtratın salim olduğu kimseler için vücuda geldiğine işaret etmektedir.

[7] Al-i İmran suresi, 108. ayet

[8] Ankebut suresi, 49. ayet

[9] Bakara suresi, 17. ayet

[10] En’am suresi, 82. ayet

[11] Nebevi bir hadiste değerli İslam Peygamberi (s.a.a) zulüm kavramını açıklarken Lokman suresi, 12. ayete istinat ederek Allah’a şirk koşmayı, zulmün en açık örneği olarak zikretmiştir. Usul-ı Kafi, c. 2, s. 432

[12] “Muhsinin” için Lokman suresi, 3. ayet ve A’raf suresi 6. ayet; “zakirin” için Kamer suresi, 17 ve 22. ayet ve Hud suresi, 114. ayet; âlimler için En’am suresi, 90 ve 97. ayetler, Tevbe suresi, 11. ayet, Yunus suresi, 5. ayet, Fussilet suresi, 3. ayet, Yusuf suresi, 104. ayet, Tekvir suresi, 27. ayet; “muttakiler” için Bakara suresi, 2 ve 66. ayetler, Hakka suresi, 48. ayet, Al-i İmran suresi, 13. ayet, Enbiya suresi, 48. ayet; yakin sahipleri için, Bakara suresi, 118. ayet ve Casiye suresi, 20. ayet; Akıl sahipleri için ise Zuhruf suresi, 3. ayet; Hadid suresi, 17. ayet ve Rum suresi 17. ayete müracaat ediniz.

[13] En’am suresi, 82. ayet

[14] Enfal suresi, 29. ayet

[15] Bunun örneği ise Bakara suresi, 282. ayettir ki Allah-u Teala orada şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan sakının. (Sakındığınız takdirde O) Allah size öğretir. Allah her şeyi bilir.” bkz. Allame Tabatabai, Tefsir’ul Mizan, c. 1, s. 482

[16] Bkz. Lisan’ul Arab, Ekreb’ul Mevarid, el-Mu’cem’ul Vesit, Zulüm maddesi. Zulüm ve adaletin tanımı hususundaki meşhur şiirde uygundur:

“Adalet, her şeyi yerli yerine koymaktır

Zulüm ise her şeyi yerli yerine koymamaktır.”

[17] Rağib, s. 315

[18] Ta- Ha suresi, 111. ayet

[19] Maide suresi, 95. ayet; İlginç olanı da şudur ki aynı ifade Maide 95. ayetin yanı sıra Al-ı İmran suresi, 4. ayet; İbrahim suresi, 47. ayet ve Zümer suresi, 37. ayette de yer almıştır.

[20] Allah’a zulmün örneklerini ve Kur’an’ı anlamadaki rolünü incelemek apayrı bir yazıyı gerektirecek kadar geniş bir konudur. Nitekim açık veya gizli amel veya niyette Allah’a şirk koşma afeti büyük bir zulümdür. (Lokman suresi, 13. ayet) O halde, şirk ve bütün aşamalarından uzak durmalıyız ki Kur’an’ı doğru dürüst anlayabilelim. Çünkü bu kitap temizlerden başkasının el vuramayacağı ve Kur’an’ın zahirine, batınına, anlayışına ve tefsirine yakınlaşamayacağı bir kitaptır; nerde kaldı ki hakikatlerinden nasiplenmek mümkün olsun. (Vakıa suresi, 79. ayet)

[21] Nitekim eğer küfür bile Allah’a zulüm ise bunun kökü şirktedir. Zira şöyle buyurmuştur: “Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!” (Al-i İmran suresi, 151. ayet) Nitekim Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmemek de Allah’a zulüm sayılmakta ve şirke neden olmaktadır. Nitekim şöyle buyurmuştur: “De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na aittir. O’nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O’ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf suresi, 26. ayet) Eğer ilahi çizgilere saygı göstermemek de bir tür Allah’a zulüm ise yine burada açıkça görüldüğü gibi bu Allah’a şirk sayıldığındandır. Aynı zamanda Allah’a iftirayı da kapsamaktadır. “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf suresi, 106. ayet)

[22] Şura suresi, 42. ayet

[23] Hadid suresi, 25. ayet

[24] Rağib, s. 316

[25] Ta- Ha suresi, 111. ayet

[26] Al-i İmran suresi, 108. ayet

[27] Yunus suresi, 44. ayet

[28] Hud suresi, 101. ayet; Adeta kendine zulmetmesinden önce Allah’ın insanlara zulmü reva gördüğü kuruntusu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu ayette “lakin” diye buyrularak olayın asla böyle olmadığına işaret edilmektedir. Yani insan Allah’a zulmü reva gördüğünden ve ilahi sınırları çiğnediğinden dolayı kendisine zulmetmeye neden olmaktadır: “Herkim Allah’ın sınırlarını çiğnerse şüphesiz nefsine zulmetmiş olur” (Talak suresi, 1. ayet)

[29] Talak suresi, 1. ayet

[30] Hud suresi, 101. ayet

[31] En’am suresi, 21. ayet

[32] En’am suresi, 93. ayet

[33] Fatır suresi, 40. ayet. Derk edilmesi hususunda da etkili olan bu ayetin nüzul sebebi Nazr b. Haris’dir. O Mekke’de, “Mekkelilerin şeytanı” olarak ün salmış bir kimseydi. Zira bir müddet İran’da yaşamış ve İran’lı kahramanların hamasetlerini öğrenmişti. Peygamber (s.a.a) Mescid’ul Haram’da oturmuş, insanlara Firavun kavminin, Salih kavminin, Semud kavminin ve diğer geçmiş ümmetlerin akıbetini beyan ettikten sonra Nazr b. Haris Peygamberin yerine oturuyor ve şöyle diyordu: “Ey Kureyş topluluğu! Ben de Muhammed’in (s.a.a) destanları gibi veya onlardan daha iyisini sizlere anlatayım. Benim hikayelerimi dinleyin.” Daha sonra insanlar için hayali efsaneler anlatmaya başlıyordu. Nazr bir Haris, Bedir savaşında zillet içerisinde Müslümanların eliyle öldürüldü. Bu konuda daha fazla bilgi elde etmek için, bkz. Tarih-ı Tahlili-ı İslam, Seyyid Cafer-ı Şehidi, s. 50. Burada Nazr b. Haris ve benzeri kimselerin tam aksine Kur’an’da anlatılanlar sadece birer hikaye değildir. Bu gerçek kıssalar insanın öğüt almasına ve hayatını daha iyi bir mecraya koymasına bir giriş teşkil etmektedir. Bu gerçek kıssalar, önceki ümmetler arasındaki zalimlerin de yok olduğunu ve bütün ilahi vaatlerin gerçekleşmesi sayesinde devlet ve velayetin müminlere özgü olduğunu beyan etmektedir.

[34] A’raf suresi, 162. ayet

[35] Gafir suresi, 35. ayet

[36] En’am suresi, 144. ayet

[37] En’am suresi, 157. ayet

[38] En’am suresi, 156 ve 157. ayetler

[39] A’raf suresi, 45. ayet

[40] Yunus suresi, 15 ve 16. ayetler

[41] Yunus suresi, 17. ayet

[42] Bkz. Kur’an-ı Kerim, Yunus suresi, 11- 18, 75 ve 82. ayetler ile Mutaffifin suresi, 29. ayet, Hucurat suresi, 11 ve 12. ayetler, En’am suresi, 123- 124. ayetler ve Hud suresi, 116. ayet

[43] A. g. e.

[44] A. g. e.

[45] En’am suresi, 55. ayet

[46] Secde suresi, 22. ayet

[47] Saf suresi, 7. ayet

[48] Bkz. Kur’an-ı Kerim, Bakara suresi, 254. ayet, “Kafirler, işte onlar zalim olanlardır.”

[49] Kur’an’a yönelen bir kimse Kur’an’ın sıradan bir kitap olmadığını aksine semavi bir kitap ve bütün insanlar için Allah’ın ebedi bir mucizesi olduğunu bilmelidir. Bu kitabın tümünde ilahi nur ve hakikatler vardır. İlim ve hikmet sahibi olan Allah’ın sözüdür. İnsan bu inançta ne kadar kökleşirse, nasibi de o kadar artar. Bu inancın ne kadar zayıf olursa, Kur’an’dan nasibi de bir o kadar az olur. Kur’an ayetleri böyle bir kimse için kabul edilmez, bilinmez ve yabancı bir konumdadır. Evet, niyet ve amelde insanın inançlarını sarsan şey, kesinlikle Allah’a, insanlara veya kendisine zulüm köklerine dayanmaktadır.

[50] Bakara suresi, 140. ayet

[51] Bakara suresi, 283. ayet

[52] Bakara suresi, 159. ayet

[53] Hud suresi, 18. ayet

[54] Hud suresi, 22. ayet

[55] A’raf suresi, 150. ayet

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile