Ehlibeyt (a.s)
Büyük yalnız...
- Ayrıntılar
- Gösterim: 511
Bugün size yalnız bir adamdan, tarihin büyük yalnızından söz etmek istiyorum.
Yalnızdı.
Kalabalıklar içinde, çok sevilirken bile yalnızdı.
Bugün de anısının bir yanı hâlâ yalnız...
Çağlar boyu adının anılıyor olması bu yalnızlığı dindiremiyor...
Ta o günden bugüne bir "bölüğün" sadece onun yolundan gittiğini söylemekte ısrarlı oluşu, zamanında "Andolsun ki, sözünüze inanmadan sabahladım; yardımınızı ummadım, düşmanı sizinle korkutmadım" diye haykırışını unutturamıyor...
Hayır, hayır... Bazen aynı şeye inanmak, aynı yola baş koymak insanları birbirine gerçekten "yakın" kılmaya yetmiyor.
O öyle bir biçimde inanmıştı ki, yapayalnızdı...
"Azim ve irade sahibi kırk kişi bulsaydım hakkımı dilerdim" demişti.
Bulamamıştı.
Kırk kişi...
Binlerce seveni vardı, binlerce sayanı vardı; yüz süreni, omuz vereni vardı. Ama yanında onun gibi saf tutacak kırk kişi bulamamıştı, öyle yalnızdı.
Elbette yalnızlığı, hayatın önüne getirip koyduğu sorumluluklar karşısında sızlanan, mızmızlanan bir yalnızlık değildi.
Onunki dünyaya efendi olmanın getirdiği "kopuş"tu...
Hani Nietzsche diyor ya,
O da bir bakıma hem içindeki çölden, hem de kalabalıkların çölünden geçmiş, aslan olmuştu...
Evine biat etmek, ona bağlılıklarını sunmak için insanlar hücum ettiğinde küçük çocuklarının ezilmekten zor kurtulduğu o hengâmeyi şöyle anlatmıştı bir keresinde: "Halkın etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni ezen bir şey olmadı şu hayatımda..."
En kutlu kişi dünyadan ayrıldığında öteki güçlüler iktidar kavgası yaparken o, sevdiğinin naaşını yıkadı. O sırada
O sırada dışardaki kızışan iktidar kavgasına dönüp bakmış ve hüzne kapılmıştı: "Bir sudur ki kokmuş; bir lokmadır ki yiyenin boğazında kalmış, kursağına oturmuş... Bir şey söylesem derler ki baş olmaya hırsı var, sussam derler ki ölümden korkar."
Gözleri sadece bakmazdı onun, görürdü. Kalbi çarpmazdı sadece, hissederdi.
Bu yüzden insanın çağlar aşırı gerçeğini kavramakta hiç güçlük çekmemişti:
İşte bu yüzden hâlâ anısı da yalnız...
Çünkü hâlâ yeryüzü aynı bağların kölesi olanlarca kana boğuluyor. Hâlâ babalar ne derse öyle oluyor...
Kırgındı...
Ama hiç gücenmemişti.
Hınç hiç yanına yaklaşmamıştı.
Kırılan hayallerinden düşmanlarına değil, hep kendine pay çıkardı.
Peki, hiç mi isyan etmemişti?
Galiba bir gün...
"Bir dağ bile beni sevse musibete uğrar" dediği gün...
Savaşçıydı.
Kılıcıyla tanınırdı.
Ama bütün yiğitler gibi yalnız savaşçıydı.
Savaşta şöyle dua edilmesini isterdi: "Allah′ım, onların da canlarını koru, bizim de. Aramızı uzlaştır."
Sevilmekten başı dönmeyecek kadar yüce ve bilge olmak zordur, çok zordur.
Ama o böyleydi ve o yüzden sevilmeye karşı bile uyanık olmaya çağırmıştı insanları: "Yakındır, benim yüzümden iki bölük helak olur gider:
Bir bölüğü beni fazlasıyla sevendir, sevgi gerçek olmayan inanca yürütür onu; öbürü bana buğuz edendir, gerçek olmayan yola salar onu."
İnsan bir yerden başlayıp onu anlatmaya girişince yine onun tarafından durduruluyor. Çünkü demiş ki bir gün kendisini övene:
O yüzden burada duruyorum.
Zaten tarih de susuyor.
Adının sık anılıp sık çağırılması, sadeliğinden uzak biçimde çileci gösteriler yapılması onun anısının bütün sıcaklığıyla katılmasına yetmiyor...
O unutmayın ki...
Bir yanlışla galip gelmektense, doğrulara sırtını vererek uzun bir mağlubiyetin kapısını açmaktan çekinmemiş, bu uğurda şehit olmuştu.
O, Hz. Ali...
Büyük yalnız...
Haşmet Babaoğlu