Kur’an-ı Kerim
Kıyamette Şefaat
- Ayrıntılar
- Gösterim: 52655
Biz inanıyoruz ki: Peygamberler, masum imamlar ve Allah'ın has velileri, kıyamet günü bazı günahkârlara Allah'ın izniyle şefaatte bulunacak ve böylece onlar Allah'ın affına nail olacaktır.
Ancak bunun, Allah ve O'nun has velileriyle irtibatlarını koparmamış ve bu ilişkisini kesmemiş olanlar için geçerli olacağını da hemen belirtelim. Yani şefaat asla kayıtsız şartsız bir af dileği ve aracılık değildir, o da aslında yine bizim amel ve niyetlerimize bağlı bir neticedir:
"Onlar, Allah'ın, şefaat edilmesine razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler."[1]
Daha önce de belirttiğimiz gibi, şefaat gerçekte insanın eğitilip yetişmesi, günaha dalıp gitmesinin engellenmesi ve Evliyaullah'la ilişkilerin büsbütün koparılmasının önlenmesi için öngörülmüş bir vesiledir. İnsanoğluna "Günaha bulaşmışsan, pişmanlık duy ve geri dön, artık daha fazla günaha bulaşma!" denilmektedir.
"En büyük Şefaat" makamı Hz. Resulullah efendimize (s.a.a) aittir. O hazreti, diğer peygamberlerle masum imamlar izler; hatta ulemâ, şühedâ, arif ve kâmil müminler ve hatta Kur'an ve salih amel de kimileri için şefaatçi olacaktır.
İmam Sâdık hazretleri (a.s) şöyle buyururlar:
Kenz-ul Ummal'da Resulullah'tan (saa) nakledilen bir hadiste de şöyle buyrulur: "Kıyamet günü beş şefaatçi vardır: Kur'an, sılâ-i rahim (akrabalara iyilikte bulunmak), emanet, sizin peygamberiniz ve onun Ehl-i Beyt'i!"[3]
İmam Sadık hazretlerinden (a.s) ulaşan bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "Kıyamet günü geldiğinde, Allah Teâla "alim"le "abid"i diriltir. Allah Teâla huzurunda hazır olduklarında,"âbid"e "Cennete doğru yürü" denilir, âlime "Sen kal, insanları iyi bir eğitimden geçirip, iyi bir şekilde yetiştirmekle meşgul olduğun için şefaatte bulun!" diye buyrulur."[4]
Bu hadiste, şefaatin felsefesine ve şefaatin ardında yatan gerçek nedene güzel bir şekilde işaret edilmiştir.
Berzah Alemi
Biz inanıyoruz ki: Bu dünyayla ahiret hayatı arasında, kıyamete değin bütün insanların ruhlarının orada bulunacağı "Berzah" adlı üçüncü bir "ölüm ve haşir arası" ara dönem vardır:
"...Onların önünde (öldükten sonra) diriltilip kaldırılacakları (kıyamet) güne kadar bir berzah (ara dönem) vardır..."[5]
Berzah dünyası hakkında genel hatlar bildirilmişse de, detaylarını bilmemekteyiz ve esasen bilmemiz de mümkün değildir. Şu kadarını bilmekteyiz ki, tıpkı şehidlerin ruhları gibi yüksek derecelerde bulunan iyilerle salihlerin ruhları da o dünyada bol nimetlerle rızıklandırılmaktadırlar:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın "ölüler" saymayın; bilakis, onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanmaktadırlar."[6]
Aynı şekilde zalimlerin, tâğutların ve diğer kötülerin ruhları da o dünyada azap içindedir, Kur'an'ın Firavn'la soyu için buyurduğu gibi: "Onların azabı (berzahta) ateşdir, her sabah ve her akşam ona sunulurlar ve kıyamet günü geldiğinde (Allah Teâla şöyle buyurur:) Firavn'un soyuna azapların en şiddetlisini tattırın!"[7]
Ancak bir de günahları çok az olan 3. bir grup vardır ki ne o sınıftandır, ne bu sınıftan; zalimlerin tadacakları azabı hak etmemişler. Bunlar berzah aleminde bir nevi uzun bir uykuya dalarcasına, bir halde olur ve kıyamet günü uyandırılırlar:"Kıyametin koptuğu gün suçlu (günahkâr)lar berzah aleminde birkaç saatten fazla bekletilmediklerine yemin ederler...
Ama kendilerine ilim ve iman verilmiş olanlar (o suçlulara hitaben) şöyle derler: Sizler, Allah'ın emriyle kıyamete kadar (berzahta) bekletildiniz, bugün kıyamet ve yeniden dirilme günüdür işte, ama siz bilmiyordunuz!"[8]
Hadis kitaplarında Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) efendimizin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem kuyularından bir kuyudur."[9]
[1]- Enbiya / 28. [2]- Bihar, c:8, s:42. [3]- Kenz'ul Ummâl, 39041 no'lu hadis, c:14, s:390. [4]- Bihar, c:8, s:56, hadis: 66. [5]- Mü'minun / 100. [6]- Âl-i İmran / 169. [7]- Mü'min / 26. [8]- Rum / 55- 56. [9]- Sahih-i Tirmizî c:4, Sıfat-ul Kıyamet kitabı, bab: 26, hadis: 246. Şia kaynaklarında da bu hadis hem Müminlerin emiri Hz. Ali'den (a.s) hem Hz. İmam Zeynelâbidin'den (a.s) nakledilir, bkz: Bihâr-ul Envar, c:6, s:214-218.